14 Şubat Dünya Öykü Günü’nüz kutlu olsun

14 Şubat Sevgililer Günü aynı zamanda Dünya Öykü Günü olarak kutlanıyor.

Özcan Karabulut’un 1996 yılında çıkardığı Düşler Öyküler dergisi, 1997 yılında Ankara Öykü Günleri’ni başlatmış.  Bu da, Kasım 2003 ‘te 69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan Dünya Öykü Günü’nü doğurmuş.

14 Şubat Dünya Öykü Günü projesi, UNESCO’nun, Uluslararası P.E.N.’in, İngiltere, Amerika ve Avrupa’da bulunan diğer yazar örgütlerinin gerçekleştirdikleri çalışmaların, kapsamlı ve titiz bir şekilde taranması ve onlarla yazılı iletişim kurulması sonucunda, bilimsel ve edebi ölçütlere dayandırılan bir proje haline getirildi.

Uluslararası P.E.N., projeyi, 2003’te Mexico City’de yapılan 69. Uluslararası P.E.N. Kongresi’nin Delegeler Meclisi’nin gündemine, Çeviri ve Dilbilimsel Haklar Komitesi kararlarından biri olarak ve delegeler tarafından onaylanması amacıyla, aldı. Sözkonusu karar, 27 Kasım 2003 tarihli Delegeler Meclisi toplantısında onaylanarak kabul edildi. Böylece projenin UNESCO’nun Kültür Takvimine girerek tüm dünyada her yıl kutlanmasını sağlama yolunda büyük bir adım atılmış oldu. Unesco’nun 2005’te kongresinde proje kabul edildi ve “14 Şubat Dünya Öykü Günü” dünyanın bir çok ülkesinde kutlanmaya başladı.

                    


Her yıl 14 Şubat günü çeşitli etkinliklerle kutlanan Dünya Öykü Günü‘nün bu seneki bildirisini yazar Feyza Hepçilingirler kaleme aldı.

Bildiri şöyle:

İnsan zekâsı pek çok buluşu gerçekleştirdi şimdiye kadar. Zekânın bile yapayını buldu, geliştirdi. Ama yapay olarak ürettiği şeylerden hiçbirine kendisinde bulunan en önemli özelliği, duyguyu katamadı. İnsandan insana duygu aktarımını sağlayan tek şey, dün de sanattı, bugün de sanat. Sanatın ise hemen her türünde ama az ama çok öykü var. Tiyatro, sinema, opera, bale hep bir öyküye dayanır. Bir bestede, bir resimde öykü olmadığını kim söyleyebilir? Hele edebiyat… Her türüyle öyküye dayar sırtını. Şiir bir öyküyü fısıldar ya da sezdirirken deneme öyküden yola çıkar ya da öyküye varır. Yine de olay anlatımının bağımsızlık bayrağını dalgalandıran, öykü türünün ta kendisidir. İster uzun ister kısa, iyi yazılmış, güzel anlatılmış her öykü, okuru içinde bulunduğu ruh durumundan çıkarır, hiç hesapta olmayan bambaşka bir sevince, eleme, hüzne, acıya, kedere, mutluluğa bırakıverir.

Bence üç kaynağı var bu gücün. Yaşamın kendisi, her özelliğiyle insan ve bütün zenginliğiyle dil…

Yaşam durmaksızın öyküler sunar bize. Şu bıyıklarının kırarmışlığına inat, saçını simsiyah boyatmış adamın kendi kendine gülümsemesi, geçtiğini kabullenemediği gençliğinin son deminde yakalanmış bir aşkın gölgesidir belki de.

İrikıyım bir yakından ödünç alınmış sesle konuşan ufak tefek adam, bu sokak sesini ayakkabılarıyla birlikte kapının dışında bırakıyor; evine sokmuyorsa sevecen bir öyküye kapı aralar. Evde de sesinin hükmettiği gibi davranıyorsa nicesini duyduğumuz acıklı bir öykü hıçkırır o kapının ardında.

İlk kez yağmur çizmesi giyen yaşlı kadının, kimse görmüyorken yolu üstündeki su birikintisinin tam ortasına basıvermesi, üstüne başına sıçrayan çamurlu sular, zamanında o sevinci yasaklayanlara karşı atılmış bir kahkaha olduğu kadar, anlatılmayı bekleyen, ertelenmiş bir çocuk sevinci de değil midir?

Her öykü okura, kendisini sunar aslında. Öykü, insanı alır; duygular, olaylar, olgular, kırılmalar, acılar, sevinçlerle kanatlandırıp yine kendisine vardırır. Boyalı saçlarıyla kaçan gençliğinin peşinde koşan da okurdur; bangır bangır bir otorite hevesinde olan da. “O ayakkabılar kaç para? Haberin var mı?” freniyle bastırılan çocuksu isteğin fışkırttığı çamurlu suları hissetmez olur muyuz? Okura bunları anımsatan, yeniden yaşatan, bazen bir anıyla, bazen bir rüyayla buluşturan, kimi zaman yaşanıp yaşanmadığı kestirilemeyen sisli puslu bir hayale dönüştüren ise dildir. Bembeyaz bir sayfadaki yazıların boğazımızda oluşturduğu yumru, tomurlanıp dökülüveren iki damla gözyaşı, kasılıp kalan beden, birden çöken karanlık, nereden geldiği belli olmayan bir yasemin kokusu hep dil sayesinde duyurur kendini.

Öykünün çıktığı yerde de insan vardır; ulaştığı yerde de. Herkeste ayrı ayrı yaşayan hep aynı insandır belki de. Yalnızca kendisini anlattığını sanan yazarın, aslında bütün insanları anlatması gibi, daima başkalarını anlattığını sanan yazarın anlattığının hep kendisi olması bundandır. Çünkü insan bütün halleriyle öyküdür; öykü bütün halleriyle insan.

Nice öykü günlerine… Öykülerle… Öykülerden yansıyacak duygularla…



14.02.2018 12:48:00